Lise yıllarımın başından itibaren siyasete yoğun ilgi duymaya başladığımı hatırlıyorum .Doğal olarak bu ilgi beni üniversite tercihimi yaparken de bu yöne iterek çok istediğim , tercihlerimin de en üst sıralarında ki Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümüne girmem ile karşılığını bulmuş oldu .
Bulmuş olmasına buldu ama daha ilk günden başlayarak bir takım olumsuzluklarda beraberinde gelmeye başladı . Okulun açılış töreninde konuşan bölüm başkanı Prof Yaşar Gürbüz bu bölümün öğrencilerini meslek sahibi yapmadığını sadece hayata bir bakış açısı kazandıracağını , bölümden az da olsa siyaset bilimci veya diplomat , kaymakam , vali gibi kamu yöneticisi de yetişebileceğini ama çoğunlukla hayatın her alanında kendine yer bulacak donanımlı ama farklı meslek gruplarında insanlar olacağını açıklıkla ifade etmişti .
Etrafımdaki okul arkadaşlarımdan homurdanmalar yükseldiğini hatırlıyorum , binbir emekle kazanılmış yüksek puanlı bir bölümün başındaki otoriteden duymak istemedikleri yönde bir açıklama olduğu besbelli idi . Hele bir de üzerine eğitim dili Fransızca olduğu için , benim içinde olduğum grup gibi ilave bir zaman gerektirecek hazırlık sınıfı düşünüldüğünde durum daha da can sıkıcı oluyordu . Açıkçası beni pek etkilememişti konuşmasının bu kısmı çünki ben işin meslek eşittir düzenli gelir kısmını pek de düşünmüyordum henüz, çiçek tarlasındaki arı misali haklı ünleriyle okulda ders veren Türk ve Fransız eğiticiler beni daha çok ilgilendiriyordu .
Ama yıllar geçtikçe de bu yüksek kaliteli yoğun eğitimden geçen bizlerin , icracılarının meslek erbabı olarak kabul edilmediği ‘’Siyaset Dünyası ‘’n da bu birikimi kullanamayacak olmasına içerlemeye başlamıştım .. Yine bir gün bir derste bir Fransız Profesör Türkiye de siyaset ile uğraşmanın çok talihsiz bir uğraş olduğunu , bilgili bilgisiz herkesin fikir beyan ettiği , kahve köşelerinde futbol konuşur gibi ve taraftarı olunur gibi siyaset konuşulduğundan bahsediyordu .. Oysa Fransa da siyasi konuların belirli birikimi olan insanların derinlikli sohbetlerine konu olabilecek değeri gördüğünden söz edip umutlarımızı bir kerte daha soldurmuştu . Bu sonuncusu çok önemli , çünkü söyledikleriniz veya düşünceleriniz ancak karşıdakinin anlama ve yorumlama kapasitesince anlam ve karşılık bulabiliyor . Burada bir açmaza doğru gidildiğini anlamaya o zaman başlamıştım . Halkın yönetim biçimi olan demokrasi ve onun çatısı altında özgürce yapılabilecek siyaset bilgisiz kalmış veya bırakılmış ama bu konuya çokça hevesli bir toplum ile doğru bir düzlemde nasıl yapılabilir ?
Cevabı aramak için demokrasi kavramının mucidi olan Antik Yunan a başvurmak en akıllıca iş olsa gerek . Sokrates, öğrencisi Platon tarafından yazılan diyaloglarda, demokrasi hakkında derin endişelere ve pesimizme sahip biri olarak tasvir edilir. Platon’un 10 kitaptan oluşan meşhur Cumhuriyet (Republic) isimli eserinin 6. kitabında Sokrates, Ademantus isimli bir diğer karakter ile demokrasi hakkında sohbet eder. Sokrates bu kısımda Ademantus’a demokrasinin eksiklerini ve hatalarını göstermeye ve anlatmaya çalışır. Bunu yapmak için Sokrates, toplumu bir gemiye benzetir.
Sokrates şöyle sorar:
Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?
Ademantus’un cevabı çok açıktır: Elbette ki ikincisi! Sokrates’in buna cevabı ise şu şekildedir:
Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?
Sokrates’in vurgulamaya çalıştığı şey, seçimlerde oy kullanmanın bir bilgi ve birikim gerektirdiğidir. Sokrates’e göre oy kullanmak basite indirgenemez. Dolayısıyla oy kullanmanın da, diğer her yetenek gibi insanlara sonradan, dikkatle ve sistematik bir şekilde öğretilmesi gerekmektedir. Yeterli donanıma ve eğitime sahip olmaksızın insanlara oy kullanma hakkının tanınması, yeterli donanım ve eğitime sahip olmayanlara fırtınalı bir havada yolculuk yapacak bir geminin kontrolünün kime teslim edileceği kararını alma yetkisi vermekle aynıdır.
Doğduğu medeniyetin kurucu feksefecisi kabul edilen Sokrates in bu şüpheci kötümserliğinin bugüne yansımasından neyi kastettiğini hepimiz görüyor ve bizatihi yaşayarak deneyimliyoruz . Temsili demokrasinin işleyiş mantığı gereği , oy verenlerin toplam insan kalitesinin hayati önem taşıdığı gerçeği hepimizin toplam hayat kalitesi üzerine inanılmaz baskı yapan bir unsur haline geliyor . Başarılı uygulama örneklerini görüp gıpta ile baktığımız Batılı ülkelerin demokrasi pratiği ile biz az gelişmiş ülkelerin temel farkı tam burada ortaya çıkıyor . Demokratik işleyişin öznesi konumundaki halk yığınları yüksek refah ve eğitim standartlarından mahrum kaldığı ölçüde rejim olarak temsili Demokrasi Türkçe karşılığı ”Söz ile Halk Avcılığı” olarak ifade edilebilecek Demagojikrasi ye dönüşüyor .
Seçilmiş siyasi yönetici , refah ve eğitimden yoksun kalmış kitlelerin kendini gerçekleştirme sembolü ve idolü olarak kör satıcı ve kör alıcılı ilişki sarmalına bir kere kapılıyor ki yolun sonu ne yazık ki müreffeh ve aydın dünyadan çok uzak bir yere düşüyor . Bu düşük profilli alıcı satıcı ilişkisinin halk yönetimi olarak kutsanıp adına demokrasi denmesine lüzumun kalmayabileceği günlerinde geleceği endişesi ise düşünen insanların beynine kabus gibi hücum ediyor …