Limbik Aşktan Yüksek Aşka

Gerek daha önce bu konudaki yazılarıma gelen yorumlar ,gerekse konunun tamamlanma ihtiyacı bu yazıyı gerekli kılmış oldu . Daha önce ki yazılarda  Aşk ın morfolojisi ve varoluş sebebi üzerine düşüncelerimi paylaşmış ve doğanın biz gelişmiş primatlar olarak üreme saikiyle nasıl bir aşk iksiri hazırlayıp aklımızı başımızdan ‘’ bir süreliğine ‘’ aldığını (felsefe ve bilim insanlarının görüş ve  araştırmaları ışığında  ) ifade etmiştim . Beyinlerimizin limbik sistem denilen ve daha çok dürtüsel işlevlerinin vuku bulduğu bu bölümdeki kimyasal ve hormonal değişikiliklerle tetiklenen aşık olma halinin , ‘’ üreme misyonu ‘’ tamamlanıp ortaya çıkan insan yavrusunun belirli bir olgunluğa gelene kadar sürdükten sonra ,  yine aynı sistem içinde belirli bir süre sonra kaybolup , yoğun duygusal etkileşimin buharlaşıp yok olmasından bahsediyorduk .

Elbette Aşkın yalın olarak morfolojisi ve varoluş diyalektiğini açıklayıp orada bırakmak , biyolojik evrimin macerasının en üst basamağındaki türümüzün kültürel ve sosyolojik evrimini hiçe saymak olacaktı . Ama yine de kavram olarak Aşk ı önce silkeleyip üzerine yapışmış büyülü ve abartılı yakıştırmalardan kurtarıp doğru bir zemine taşımanın önemli bir önceleme olduğunu düşünüyor , bunu da layıkıyla anlatabildiğime inanıyorum .

Şimdi sıra geliyor Aşk ın biyolojik yakıtı tükendikten sonra bu ilişkiyi devam ettirme sorunsalını incelemeye . Genetik olarak bize benzeyen tüm primatlar içerisinde tek eşli yaşama eğilimi gösteren yegane canlılar olarak bizlerin son birkaç milyon yıldır geliştirdiği sosyal örüntü içerisinde aile olmanın önemi yadsınamaz . Önem kelimesini kullanmam tesadüfi değil , çünki türümüzün özellikle yerleşik hayata geçtikten sonra ortaya çıkan hukuki ve sosyal gereksinimlerinin sonucu olan aile kurumu , geçtiğimiz yüzyılın sonlarına kadar orijinal anlam ve önemini korumayı başardı . Tek eşli ve çok cocuklu , içine bağlı aile örgüsü çok büyük oranda evrensel kabul görerek işlevini devam ettirdi .

Diğer yandan , yine geçtiğimiz yüzyılın sonlarından itibaren günümüze kadar gelen süreç içerisinde bu anlam ve önem özellikle post endustriyel toplumlarda yerini ve değerini kaybetmeye başladı . Genellikle gelenekselliğin ve dini kurumların temelden sorgulandığı refah toplumlarında ortaya çıkan bu tutum , kadın farkındalığı ve kadın haklarındaki kazanımların da tetiklemesi ile ivme kazanarak güçlendi . Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin modernist ve görece refah seviyesi yüksek toplumsal katmanlarında da bu etki son 30 yılda derinden hissedilir oldu .

Oldu da iyi mi oldu ? Hem evet hem hayır ! işte burası yazımın en can alıcı bölümü : bazen dostlarım yazılarımı okuduktan sonra , peki iyi teşhis etmişsin ama çözüm yazmamışsın derler . Bir çok konuda bu mümkün değil ama bu yazı bir istisna . Yani hem teşhis koyup hem reçete yazılabilir . Paragrafın başındaki soruya gelelim , oldu da iyi mi oldu , evet iyi oldu çünki işlevsel amacını yitirmiş bir kurumun işlevsiz geleneksel anlamından kurtarılıp güncel ve doğru zeminde konuşuluyor olması doğru oldu . Hayır iyi olmadı çünki toplumun kılcal damarlarına işlemiş binlerce yıllık geleneksel yapının yerine hemen bir şey koyamadık . Ayrılanlar telaşla yerine bir şeyler koymaya çalışırken mutsuzluk devşirdiler çoğunlukla hayatlarına .İngilizlerin güzel bir sözü vardır ; Hep aynı hatayı yaparak farklı sonuç bekleyen tek tür insanlardır diye .

Farklı sonuç olarak almaya çalıştığımız şey , birlikteliklerimizde uzun süreli olmak , hep aynı hatayı yapmak ise güdüsel ve fiziksel beğeninin hayat bulduğu limbik sisteme boyun eğerek eş veya sevgili seçmek . Oysa bu ilkel sürüngen beyninin vaz ettiğinin doğasında kısa sürelilik var . Sinir bilimcilerin yaptığı labartuvar deneylerinde uzun süreli birlikteliklerini devam ettirme başarısını gösteren çiftlerin beyinlerindeki hücresel aktivitenin alttaki limbik sistemde  değil sonradan evrimleşerek bizi diğer canlılardan ayıran beynin üst kısmında olduğu gözlenmiştir . Yani bizler çift olarak birbirimizden ‘’ haz’’ alabildiğimiz ölçüde değil , konuşabildiğimiz , paylaşabildiğimiz , aynı duyarlılık ve önceliklere sahip olabildiğimiz ölçüde birlikte kalıp bundan mutluluk yaratabiliyoruz  .  

Yazması kolay yaşaması zor elbette , güdüsel seçilimden bilişssel seçilime sıçrama yapabilmek öyle her baba yiğidin harcı değil , aklın çelinmemesi pek zor  . Yani gözün vücut kıvrımlarından önce beyin kıvrımlarına takılmasından bahsediyorum . Yazarken bile ne kadar gerçekçi olabileceğini sorguluyor insan ister istemez ama beni de cesaretlendiren okuyucuların ortalama zihinsel yetilerine ve donatılarına olan güvenim ..

Limbik Aşktan Yüksek Aşk a doğru yolculuğumuzun ilk etabını yukarıda anlattıklarımla ‘’ Kimi Seçeceğiz ‘’ düzleminde tamamlamış bulunuyoruz. İkinci ve son merhalede ise ‘’Nasıl sonuna kadar birlikte kalacağız’’  sorusunun kendimce yanıtını vermeye çalışacağım .

Hepimizin malumu olduğu üzere tür olarak müşklpesent bir tavrımız var . Rutin den sıkılıyoruz . En çok sevdiğimiz yemeği 3 bilemedin 4 gün üst üste yiyebiliriz . En çok sevdiğimiz yerleri her gün görmeye gitsek buna ne kadar katlanabiliriz kestiremiyorum . Ama söz konusu insan ilişkileri olduğunda bizlerin eline 2 çok önemli pan zehir verilmiş . İlki özlemek , ikincisi kaybetme korkusu .

Özlemek konusu ayrıca bir açıklamaya ihtiyaç bırakmayacak derecede anlaşılır sanırım . Evli bile olsalar çiftlerin birbirini özleyecek kadar bireysel yaşam mesafesi yaratmaları , birlikte bir çok şey yapmaktan zevk alabildikleri ölçüde bireysel olarak ta ayrı ilgi alanları ve zamanları olması gerektiğinden bahsediyorum ama benim için asıl üzerinde durulması gereken ‘’ kaybetme korkusu ‘’ .

Bana sorsalar , Evlilik kurumu olmasaydı çiftler birbirinden çok daha az oranda ayrılırdı derim . Yıllar boyu gözlemlerimle kemikleşmiş bir kanaat bu . Sahte bir koruma kalkanı yaratan hukuki bir akit , taraflara yine sahte bir güven ve emniyette olma hissi verip onların elinden birbirini kaybetme korkusunu alıyor . Hiç batmayacağını imza ile sabitlediğiniz bir şirketin ortağı olmak , hiç kaza yapmayacağını imza altına aldığınız bir otomobili kullanmak kadar saçma geliyor bana bu . Oysa bir gün batabileceğimiz endişesi ile şirketlerimizde her gün hesaplarımızı kontrol eder , müşterilerimizin memnuniyetinden emin olup yola bizle devam edeceğini bilmek isteriz .

Hiç evlilik olmasın da diyemem elbette , bu insanların mizacına ve geldikleri kültüre göre farklı anlamlar içerebilir farkındayım ama hiç değilse bunları bile sınırlı süreli akitler olarak ( örneğin her 5 yılda bir çiftlerin rızası ile yenilenebilir ) hayata geçirebiliriz. Yanlış anlaşılmak istemem asla , bütün bu yazılanlardan amacın ayrılık projeksiyonu değil , ‘’Sonuna kadar bir arada kalmanın ‘’  zihinsel egzersizi olduğunu tekrar hatırlatmak isterim ..

Son söz :  ‘’ Doğanın hormonları ve dürtüleri varsa bizimde her soruna çözüm üretecek entelektüel kapasitemiz var ‘’

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.