Mutluluk

Mutlak mutluluk arayışımizin başlıbaşına bir mutsuzluk kaynağı haline geldiğini düşünmüyor musunuz sizde ?

“Neden mutlu olamıyoruz sorusuna “ kafa yorarak çok zaman geçirdiğimizi farkettiğimde bu basit sorunun basitte bir cevabı olabileceği hissi doğdu içimde .

Cevap fabrika ayarlarımızda . Biz mutlu olmak üzere varolmuş canlılar değiliz . Basitçe yaşamda kalmak üremek ve neslimizi devam ettirmek için buradayız . Zaman içerisinde bizi diğer canlılardan ayırarak gelişen beynimiz dış kabuğu ( korteks ) sayesinde gelişen zihinsel kapasitemiz sonucunda tırmandığımız besin zincirinin tepesi bize bedensel ihtiyaçlarımızın ötesinde zihinsel ve ruhsal tatmin arayışına yönlendirdi .

Karnı aç , barınma olanaklarından yoksun , bir savaş bölgesinde yaşamını devam ettirmek zorunda olan bir insanın kendine ne kadar mutluyum sorusunu sormayacağını hepimiz aşağı yukarı kabul edebiliriz .
Ama dünya üzerinde türümüzün var olduğundan beri geçen zamanın kabaca %99 u bu şartlar altında geçti .

Yani yerleşik hayata geçip düzenli ekin hasatı yapmamız kabaca 15.000 yıl olsa ve bu imkanların insanları yukarda zikrettiğimiz endişelerden bir nebze uzaklaştırıp içsel mutluluk arayışına sevk etse bu varoluş takvimimizde daha dün gibidir .

Mutluluk üzerine sistemli olarak kafa yormamız ; eğer insanlık tarihinde tatlı bir rüya gibi gelip geçen Antik Yunan ı saymaz isek ; 19.yy ın sonlarına doğru gelmektedir . Yani yine varoluşsal takvimimize başvuracak olursak 1 saat öncesi.. Sebebi malum , geçmiş yüzyıllara göre görece uzun 50 yıllık barış dönemi ve endüstri devriminin yarattığı refah iklimi .

Aslında insan doğasında karşılığı olmayan bir terimi fetişleştirerek konuyu tatmin edici çözüme kavuşturamıyoruz . Sorunsalı tüketim alışkanlıklarına , bireysel veya toplumcu yaşam tercihlerimize , romantizm düzeyimize , aile içi ilişkilerin bağlılığına , kapitalist düzenin açmazlarına indirgeyerek günlerce tartışabiliriz ama bilmeliyiz ki varılacak yolun sonunda bir ışık yok . Tam tersine insan bugün sonuçları mutsuzluk yarattığına inanılan güdü ve fiillerle türünü milyonlarca yıl devam ettirmiş .
Önce kabilelere bölünmüş , dışarda kalanı düşman bilmiş . Kabile diğer kabilelerle savaşmış , sonucunda toprak kazanıp orda yerleşik olanı sürmüş ve orayı kendine yurt edinmiş , düzen için yöneticiler gerektiğinde kendi kanından kardeşini öldürmekten geri durmamış , bugün dinlerin en romantiği olarak kutsadığımız hristiyanlık kendi iç hiyerarşisini oluşturma yolunda kendi inancından milyonlarcasını din yöneticileri emri ile katletmiş..

Bütün bunları yapıp ederken bir yandan da yerleşik hayata geçiş ile oluşan “ artık zaman “ sonucunda gelişen zihinsel kapasitemiz paralelinde incelen ruhlarımız dinleri şiiri , edebiyatı , sanatı hayatlarımız içine almış ve bizlere bize milyonlarca yıl ait olmayan düşler göstermeye başlamış . Bunlar önemli ölçüde insanlığa bu anlamda bir nebze olsun şekil verebilmeyi başarsa da genel itibariyle insanın güçlü hayvani doğası yanında sönük kazanımlar. Aksi halde 1000 yıllık nefis terbiyecisi islam tasavvufunun Yunus Emre lerin Mevlana ların tornasından çıkan kültürün bugün ki karşılığı bu olmazdı. İslam coğrafyasında iç savaşlar , yolsuzluk , adam kayırma , açlık ve sefalet kol gezmezdi .
Ya da insan olmanın onurunu ve insan hayatının kutsallığını en yüksekte kavramış büyük Buda öğretileri ile hergün vaftiz olan Güneydoğu Asya halklarının insanın hayvani doğası ile girdikleri bilek güreşini kazanıyor olmasını beklerdik oysa ki kendilerine benzemeyen farklı inançlarda ki azınlıklara neler yapabildiklerinin kanıtı ile dolu son 10 yıl .Buna Nobel barış ödülü sahibi Suu Çii nin 14 yılını ev hapsinde geçirdikten sonra iktidara gelişinden sonra ülkesinde azınlıklara yapılanlarda dahil . Yüzyıllarca dünyanın edebiyat dehalarına ve yüksek kültür başkentlerine sahiplik etmiş İran ın kısır güç mücadelesi ile bugün içinde bulunduğu durumu ayrıca konuşmaya gerek yok . Ya da ultra hümanist Hint Felsefesinin vatanında sistematik kalıcı kölelik demek olan Kast Sisteminin bir türlü yıkılamayıp bu sevgi pıtırcığı ülkede dünyanın en çok taciz ve tecavüz olayının yaşandığı .. Son olarakta Komünizm ile bitirelim örneklemeleri , yani insanoğlunun zihinsel evrim macerasının bence en muhteşem çıktısı olan ideoloji ile . Nedir o , mülkiyet hakkının olmadığı , eşitliğe dayalı , sermayenin işçiyi ezmediği , sağlık eğitim ve hukuk hizmetlerinin ücretsiz ve herkese bedel ödenmeksizin barınma hizmetinin sağlandığı sistem . Onun da pratikteki uygulamasında sistemin uygulayıcıları pozisyonunda ki yöneticilerin elinde yine aynı saiklerle nasıl yozlaştığını beraberce görmüş olduk ..

Bugün eğer dünyada Batı nın sistemsel bir başarısına tanık oluyorsak bunun en temelinde yatan ana unsurun insanın hayvani doğasını kavrayıp kabullenip onu belirli kurallar çerçevesinde sistematize edip işler hale getirmesi olduğunu düşünüyorum. Yani doğası gereği bencil , menfaat ve güç peşinde koşan insanoğlunun bu doğuştan gelen içgüdüsel motivasyonunu demokratik bir sistemde , hak aramanın meşru ve devlet güvencesi altına alındığı hukuk üstünlüğünün tesis edildiği bir sistemle genel ekonomik bir kalkınma ve refah toplumuna evrildiği bir düzen . Bunun adına Demokratik Kapitalizm diyoruz . Burda söylediklerimden anlaşılması gereken şey benim kapitalizmi övmem değil insan doğasına karşı verilen sonucları yukarda ifade ettiğim romantik ama yıkıcı mücadeleler yerine milyonlarca yıl evrilerek bugünlere gelmiş insanın fizyolojik doğasının hertürlü ideolojik felsefi sanatsal ve zihinsel hayalin üstünde olduğudur .

Tam buradan hareketle sözü Batı nın gerçekçi , rasyonel , sonuç odaklı sistematik başarısını , zihinsel hayalin diğer bir türevi olan Mutluluk arayışınına getirmek isterim . Karşılığı evrimsel maceramızda herhangi bir yer işgal etmeyen mutluluk kavramının kendinden menkul , âli ve kutsal bir yani yoktur. Tam tersine karşılığı zihinsel ve fizyolojik bütünümüzde olmayan bir kavramın umutsuzca aranışı ve doğal olarak bulunamayışı bizatihi mutsuzluğa sebep olmaktadır .

Burada yazdıklarımdan yine yanlış anlaşılmasını istemediğim konu benim insanın vahşi doğasına övgüler dizdiğimdir , Elbette hayır , yapmaya çalıştığım yazıma girişte ifade ettiğim mutlak mutluluk arayışının bir mutsuzluk vesilesi haline gelmesinin bir nebze önüne geçmeye çalışarak bir yerlerde birilerinin bunu hakkıyla yaşadığı zannıyla kendini mutsuz etmekten vazgeçmektir . Genetik araştırmaları göstermiştir ki kişinin bireysel anlamda mutlu olma durumu %50 genetik aktarım  %40 karakter özellikleri %10 da çevresel şartlarla belirlenmektedir .  Bütün içerisinde sadece %10 unu , o da kısmen etkileyebileceğimiz muhayyel bir mutluluk arayışında kendimizi paralamaktan vazgeçelim demek içindi bütün bu yazdıklarım …

Son sözü bilge Konfiçyus söylesin : ” Mutlu olmak için mutluluğu aramaktan vazgeçin”

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.