Üreme Özgürlüğü

İnsanoğlunun halihazırda sorgusuz sınırsız özgürlük alanlarından biri olan çocuk yapma özgürlüğünden bahsetmek istiyorum . Yanlış okumadınız sınırlı doğal kaynaklar karşısında insanoğlunun sorgusuz ve sınırsız bir özgürlük alanı  olan , kimseye sormadan ve yasal bir engelle karşılaşmadan fütursuzca kullandığı bu üreme çılgınlığından.

Gündemi gereksiz yere meşgul ettiğini düşündüğüm , ayrıca bu uğurda harcanan zamana ve paraya içten içe hayıflandığım Mars ta yaşam projesinin temel amacı sınırlı dünya kaynaklarının ve ekolojik sisteminin biz insanlar tarafından kötüye kullanımı neticesinde bu muhteşem gezegenin yaşanamayacak hale gelmesi değil mi ?

Diğer yandan kaynakların ve ekolojik sistemin doğru kullanımı için sağduyulu insanların ve kanaat önderlerinin başını çektiği bir çok çabanın olduğu aşikar . Sera gazı ve karbon salınımını frenlemeye çalışan , ülkelerine önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde ‘’0’’ emisyon hedefleri koyan , doğa da dönüşümü yüzyıllar alan petro kimya türevi ürünlerin günlük kullanımda sınırlamaya çalışan ve bunun gibi bir çok tedbir için çaba sarf eden resmi , yarı resmi veya bireysel girişimlerin sayısı azımanmayacak kadar , fakat diğer yandan bütün bu olumsuzlukların öznesi konumundaki insanoğlu nun üremesini sınırlamayı düşünen bir yaklaşım yok  .

Milyonlarca yıllık evrimsel süreçte kabaca beyin hacminin gelişmesine paralel olarak zihinsel kapasitesi inanılmaz boyutta gelişen bunun sonucu olarakta besin zincirinin en tepesinde tartışılmaz bir hakimiyet kuran  homo sapiens , üzerinde yaşadığı gezegenin sınırlı kaynaklarını hoyratça kullanırken sınırsız üremesinin kısa gelecekte yaşama imkanı sunan tek yine aynı gezegen üzerinde ki niceliksel varlığını sorgulamıyor hatta bu konuda ebeveynlerin özgür iradesinin dokunulmazlığını tahkim eden uluslar arası antlaşmalar dahi var .

Burada bir terslik yok mu ? Doğada ki denge unsurlarını gözettiğimizi iddia ederek av sezonu tarihleri ilan edip bunları başlatıp bitirebiliyoruz , türü yok olma noktasına gelmiş olan canlı türlerini koruma altına alabiliyoruz , evcil hayvanlarımızı fazlaca üremesin diye dilediğimizce kısırlaştırabliyoruz ama bir kanser hücresi gibi çoğalan insanoğlunun üreme hakkını sorgulamıyoruz .

Zihinsel ve entelektüel kapasitemizin ne kadar geliştiğini iddia etsek te , ki bu yadsınamaz bir gerçektir , bu gelişimin bizim bize dair bilinçaltımızda beslediğimiz ‘’İnsanoğlu Kainatın Efendisidir ve Her Şey Onun İçin Yaratılmıştır ‘’ önermesine olan inancımızı sarstığı pek söylenemez . Evet entelektüel sıçramamız tür olarak bize edebi baş yapıtlar , mimari şaheserler , estetik mucizeler , sanatsal ikonlar yaratmamıza müsaade etti etmesine ama bunların hemen hemen hepsi Homo Sapeins Ego muzu ve kendimizi biricik hissetmemizin bir tür dışa vurumu muydu acaba ?

Galile ve Kopernik dünyanın evrenin merkezinde olmadığını söylediğinde bunun sokaktan geçen insanın düşünsel dünyasında bir karşılığı yoktu ama elbette bunun tam tersine iman etmiş tek tanrıcı dinler ekseninde kıyameti koparmaya yetmişti . Hikayenin gelişimini az çok hepimiz biliyoruz , bunlara girecek değilim ama varmak istediğim yer bugün hemen hemen tüm medeni dünyanın kabul ettiği bu kozmolojik gerçeğin zihinsel karşılığının 300 yıldır düşünsel reflekslerimize yansımadığıdır . Bunun en somut kanıtı da insanın kutsal ve sınırsız üreme hakkına sahip olduğu düşüncesidir .

Entelektüel ermişliğin pratikteki somut ve aşkın karşılığı olan sanatsal dışavurumdan yukarda bahsederken bir tezata gönderme yapmak istiyordum , aşkın sanatsal yaratım insanüstüdür ve evrenseldir . Evrenselden de burada kasıt çoğunlukla yanlış kullanıldığı gibi tüm dünyayı değil tüm kainatı kapsayacak şekilde ki bir hedeflemedir , oysa ki resim , heykel yaparken , gazel ve kaside yazarken de bir kerameti kendinden menkul kutsal insan güzellemesi yapmıyor muyuz ?

Geçenlerde ünlü bir psikyatr dan duyduğum şu cümle çok hoşuma gitmişti : ‘’Evet 300 yıl önce Kopernik insanoğluna evrenin merkezinde kendisi olmadığını gösterdi , 200 yıl önce Darwin de insanın dünyanın ezelden ebede kutsal sahibi olmadığını , 100 yıl önce ise Freud aslında İnsanın kendisin de efendisi olmadığını söyledi ‘’. Burda can alıcı bölüm en son Freud ile ilgili olanı . Ne diyordu Freud kabaca : Cinsel Güdülerimizin aslında davranışlarımızın ve aldığımız kararların altında yatan temel motiftir . Yani her şeyi kazıyınca altından en altta gizlenmiş bir güdü olduğunu iddia ediyor  . Üreme içgüdüsü ..

Konu cinsellikle ilintili olduğunda , söyleyenin ne söylediği ne yazık ki alaycı ve müstehzi bir yüzeysellikle ele alınır . Freudyen teorilere de çoğunlukla yapılan bu oldu ama son yüz yılda klinik ve sosyal deneyler hep bunu doğrular nitelikte sonuçlar verdi . Öyle ki , artık bugün önemli nitelikli nicelikte insan insanoğlunun görünürde dünya üzerinde ki varlıksal amacının neslini devam ettirme güdüsünün ötesinde bir şey olmadığını söylüyor . Yoksa yine bu yüzden mi bunca önemli filozof , düşünür , siyeset insanı , sanatçıya ve incelikli eserlerine sahip omamıza rağmen biz insanoğlu o en altta yatan Temel İçgüdünün esareti altında olduğumuz için sınırsız ürememizi tartışılamayacak bir tabu haline getirdik ?

İzlediğim bir festival filminde , insanların zihnini kontrol etmeyi bir şekilde başaran sıradan bir adamın önce ülkesinin sonra da BM nin başkanı olarak onlara son emir olarak gezegenin bekası için tüm insanlığa  kendilerini yok etme emri veriyordu . İş kendiliğinden bu noktaya gelmeden işte tam da burada söylemek istediğimiz şeyi söylemenin yeri olduğuna inanıyorum : ‘’Evrim sürecinde deneyimlediği üstün zihinsel sıçramanın neticesinde vardığı entelektüel kapasitenin zorunlu ve namuslu sonucu olarak insan insanoğlunun evrensel kontekstte ki varlıksal anlamını şu an olduğu gibi güdüsel değil , olması gerektiği gibi yani dünyaya ve diğer canlılara yaşama hakkı tanıyacak erdemli ve adil bir kararla kendi niceliksel varlığını kontrol altına almalı ve sınırlamalıdır …

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.